4 Kasım 2009 Çarşamba

lakayıt hayat....

Başlıkta hakir görülecek bir hava sezdiniz galiba amma velakin bence hiç öyle değil... Olmamalı!..
Bu öncelikle kendi nefsime bir mağlubiyet tattırma yazısı... Sonra yine nefsime korkak olduğunu yüzüne tokat gibi çarptırma yazısı...

Bu öyle bir korkaklık ki; Mesnevi okurken kendinden nefret ettirecek bir duygu işkencesi. Hissediyorum, ne zaman koşmaya kalksam ayağıma çelme takmaya çalışmış bir aklım var. Aciz aklım benim yularım olmuş adeta. Dünyası sadece gördüklerinden ibaret olduğu için aklım beni yönetmeye kalkmış, herşeyi bilmiş başarmış edasıyla... Ve sanki ben, bu dünyada yöneticiye ihtiyaç varmış gibi ona biat etmişim. O çelmelerle hep yere kapaklanmışım. Ve o kadar bıkmışım ki bir zamanlar ayağa kalkmak isteğimi, inadımı unutup düştüğüm yerde herşeye razı olmuş, kalmışım. Maalesef ki bu durumdanda hiç rahatsız değilim. Dolaylı anlatımdan mütevellid oluşan karmaşayı gidermek adına, düştüğüm yerden memnun olmam dünya hayatına entegre olabilme başarımdır. Önüme hangi yemek konduysa eyvallah demeye alıştım artık... Tedaviyi reddedecek boyuta geldim. Hastalığım bayağı ilerlemiş, yani tam anlamıyla cuk oturan şu kelimeyle anlatmak istiyorum; "azmış" durumda, bütün benliğimi kaplamış. Reçeteyi uygulamaya çalışıyorum, önce Kuran-ı Kerim, sonra kıyaslanmaz ama Mesnevi, ondan sonra yer yer V for Vendetta.... Bazen Yeraltından Notlar, Bazen Sefiller... Kah Erkan Oğur, Kah Nezaket Teymurova....

Ama yok kemoterapi dahil işe yaramıyor. Hata bende bu kadar geç teşhis etmeseydim hastalığımı... Bana birşey olmaz diye diretmeseydim... Oldu işte, daha ne olabilir ki... Aklın kölesi olmuşum... Dünyadan beklentilerim olmuş... "Eee yani, olabilir!" diyenler var. Haklılar, evet olur ama olmaz olsun...

Rivayet edilen Hadis- i Şerif'e göre; "Dininden diyanetinden dolayı insana deli denmedikçe, o imanda kemale ermiş sayılmaz.". Demek istediğim de tam olarak bu aslında. Ama Hz . Aişe annemizin de söylediği gibi;
" O, sizin konuştuğunuz gibi lafları çabuk çabuk ve peşpeşe sıralamazdı, sözleri az ve özdü. Halbuki sizler cümleleri birbirine ekleyip duruyorsunuz. Allah Rasulü çok veciz konuşurdu. Böyle konuşmasını kendisine Allah katından Cebrail getirmişti. Kısa cümleler içinde bütün maksatını yansıtırdı. Veciz sözlü cümleler söylerdi. Sözlerinde ne fazlalık ne de eksiklik bulunurdu. Kelimeleri bir ahenk içinde birbirini izlerdi. Sesi gürdü ve tatlıydı. Gerektiğinde konuşurdu. Kötü laflar etmezdi. Hiddetli ve hiddetsiz anlarında hep Hakk'ı söylerdi. Sahabelerinin yüzlerine karşı son derece güler ve gülümserdi."

Tıpkı burda bahsedildiği gibi bizim cümleler içinde çırpınışlarımızı, söylemek istedikerimizi ne güzel anlatmış...

Hadis te de geçtiği gibi aklı bırakmak gerek diye düşünüyorum. Çelme takmasını engellemek...
Sınava daha hazır hale gelebilmek için belki... Daha cesur olmak için... Herşeyin Allah'tan geldiğini tam anlamıyla kavrayıp saçma sapan dünya işlerine üzülmeyip yiğitçe yaşamak için belki...

Kanaat-i acizaneme göre insanın üç adet çok önemli fıtri özelliği var. Hüzünlü olmak, doyumsuz olmak ve kolay alışmak. O zaman durum şöyledir ki; bu özellikleri işe yarar hale getirmeliyiz. Eğer hüzünlenmek ve doyumsuz olma özelliğimizi dünya meselelerinde harcarsak ve en kötüsü bunun sonucunda buna alışırsak kanıksarsak, o zaman bizim için kıyamet kopmuş demektir. Bu yaratılış özelliklerimizi dünya da bize dikte ettirilen akla mantığa ayrı olarak halis konularda ehilleştirmek gerekir.
Düzyazı yetersiz kaldı diyip şiirle devam etmek gerekirse;

Dert edindim dertli göremediğim için
Üstad "Çile" demiş, gör ki niçin
Devr-i beyhudeye çattık, yok ki merhem
Çilelenmek, dertlenmek olmuş fıtrata mahrem

Sağ sol değil davam şu lahza için
Dertsiz tasasız gidin yiyin için ulan için
Aşikar şikar olmuşuz şeytana hile aramaz
Bu dünya kıyamete bile böylece varamaz

Çile kelimesini tam anlamıyla yaşamak ve onun doyumsuzluğuna kavuşmak duasıyla...